Yaşam, anne karnında cenin olduktan sonra değil,
anne bebek sahibi olmayı istediği anda başlıyor….
Yani bebeğin varolması istendiğinde veya
bebek varolmaya karar verdiğinde hayat
onun için gereken enerjiyle varoluşu başlatıyor.
Hayat bir dalga boyu sadece ve bu yüzyılda bizim bile
anlayamadığımızı ilkel toplumlardaki anne-babaların
içgüdüsel yapmaları beni çok etkiliyor. Nasıl mı?
Anne ve baba olmak isteyen çiftler,
beraber veya ayrı ayrı doğaya çıkıyorlar önce...
Hayatın ezeli ve ebedi oluşunu simgeleyen bir asırlık ağaçtan
veya bir mağaranın taş duvarlarından temasla hayatın ruhundan
bir parçanın kendi çocuklarında bedenlemesini istiyorlar,
diliyorlar, uzun uzun dinliyorlar doğayı, uzun uzun….
ve sonunda ilham olarak gelen şarkıyı duyuyorlar,
hayatın ruhundan bebeklerinde bedenlenecek
parçanın sembolü olarak..
İlham olarak gelen şarkıyı önce
hangisi duyarsa gelip eşine de öğretiyor.
Hamile kalınca sürekli bu şarkıyı söylüyorlar…
Tüm kabile bu şarkıyı o çocuğun şarkısı olarak öğreniyor.
Doğumdan sonra , çocuk büyüdükçe, her sıkıntılı anında ona
bu şarkıyı söylüyorlar. Yeni yeni yürürken düştüğünde
onu kaldıran bir kabile üyesi bu şarkıyla yardım ediyor.
Ve ölene dek bu şarkı onun oluyor.
ölürken de bu şarkı ile uğurlanıyor.
Ne kadar anlamlı değil mi?
Günümüzde hamilelerle yaptığımız çalışmalarda
rahim eğitiminin bir parçası olarak anne adaylarına
müziğin önemini bilimsel araştırmalar neticesinde alınan bilgiler ışığında veriyoruz
Ama bunu uygarlık olmadan ilkel toplumların yapması,
hem de bu kadar güzel yapması tüylerimi diken diken yapıyor,
hayranlık dolu bir heyecan ile...
Betona iz bırak mı...
Biz hayata iz bırakmak isterken, belki de bu izler başkalarının
bıraktığı izlere az çok benzerlik gösterirken veya benzemezken,
hayat bize daha ilk andan bizi simgeleyen izleri bırakıyor.
Asırlar da geçse silinmeyen izleri... DNA.
Ve daha enteresan olanı,
anne karnında daha birkaç aylıkken
parmak izimiz oluşuyor...
parmak izi, milyarlarca insanda da farklı olan parmak ve el çizgileri…
parmak ucu gibi küçük bir yüzeyde
nasıl oluyor da bunca farklı parmak izi oluyor...
Yaşam nasıl anlamlı izler bırakıyor daha hayatta
nefes bile almaya başlamadan bizlere…
yani birey oluyoruz daha anne karnında yeni varolmuşken..
kimlik kazanıyoruz… Oysa bu kimlik kürtajla 12 haftalık olana dek
yasal olarak öldürülebiliyor… kargaşaya bakın…
hayatta iz bırakma konusu başlamadan,
hayatın bizde daha doğmadan önce çizdiği çizgileri siliveriyoruz.
Sonra da hayata silinmeyecek çizgiler bırakalım istiyoruz.
Doğumun ardından hayat bizde sürekli çizgiler bırakmaya devam ediyor; duygular, anılar, tüm yaşanmışlıklar, mimiklerimize, yüz çizgilerimize otururken hayata iz bırakmayı isteyen bizler, keyfi estetik ameliyatlarla o izleri de siliyoruz…
Bir çiz-sil savaşı sanki...
yaşanmışlıkların değerini, ruhunu, yaşanmışı yaşanmış kabul etme olgunluğunu gösteremediğimiz için mutsuz da oluyoruz.
Oysa, geçmişte yaşananlar ve gelecekte yaşanacakların her biri, bizim için iyi veya kötü olsa da içinde bir bütünü olduğumuz hayatta bambaşka yerlerde bambaşka sonuçları yaratıyor. Bunu göremiyoruz.
Her işte vardır bir hayır derler ya , öyle…
Bilim adamlarının kelebek etkisi dediği ve varlığını kanıtladığı gerçekliği duymuşsunuzdur. Kore 'de kanat çırpan bir kelebeğin kanatlarının yarattığı hava akımı Alaska' da kasırgaya sebep olabiliyor. Daha basit örneğiyle aynen çok uzaklardan gelen bir çığlığın km.lerce ötede çığ yaratması gibi...
Kelebek kanadı- kasırga ilgisi varsa, zaten hayatta olmamız ve yaptıklarımız , bilgimiz ve istediğimiz dışında bir yerlerde bazı resimlerin çizilmesini sağlıyor.
Ama her resmin altında ressamın imzası HAYAT oluyor. Parmak ucumuzdaki , avucumuzdaki, yüzümüzdeki , DNA mızdaki tüm çizgilerin ressamı gibi; HAYAT..
Biz ise imzayı atan olmak istiyoruz bir şeylere değil mi, kalıcı olsun ve insanlar bilsin ki bunu biz yaptık… pek çok kelebek kanadının rüzgarıyla hayatımızda olan değişimlerle o yeni resmi çiziyor, o imzayı atıyoruz.
Önemli olan bence keşkelerle yaşamak değil veya
bir yerlere bir şeyler çizmek değil ve ağaç kabuklarına , banklara,
yeni dökülen betonlara şekillerle iz bırakmaya çalışmak da değil…
eserler vücuda getirmek de değil,
“iyilik” adı altında da olsa gizli bir “kibir” ile bazı güzellikleri yapmak da değil...
Önemli olan bence ne yaparsak yapalım, sadece var olmakla dahi hayatın içinde bir yerlerde bir şeylere sebep olduğumuzu bilmek ve bunun hayırlara vesile olması için dileklerde bulunmak, bunun için çalışmak ve umut etmektir.
Yaşanmışlıklara sahip olabilmek o kadar büyük bir zenginlikken neden hep “keşke şu yaşta olsaydımlar”...
neden hep yaşanmışlıkları değiştirme pişmanlıkları?
Neden yaşadığın zamandan öte ileri zamanlara heves-özlem..?
Yaşayın anınızı hissederek, nefesinizi içinize çekerek... Bilin ki yaşamda mutlaka iz bırakıyoruz.
Bilerek veya bilmeyerek…
Yaptıklarımız başka bir an veya yerde bir oluşun sebebi olarak iz bırakıyor.
Ama yaşamın bizde bıraktığı izler şüphesiz daha derin ve kalıcı.
Ben diyorum ki;
Biz yaşamın bizde yarattığı izlerin değerini bilirsek,
yaşam da bize, onda silinmeyecek izleri bırakabilmemizi sağlayacak imkanları,
kelebek kanatlarının rüzgarlarıyla bile olsa
bir yerlerden getirip önümüze koyacaktır..
Sevgilerimle.
JALE ÖZEN