SİTE: Ana Sayfa Hypnobirthing ve Elif Doğan Kutlamadan Korkuya: Kadın ve Doğumun Tarihi
  • Increase font size
  • Default font size
  • Decrease font size
Arama

Hamileler Kulübü

Kutlamadan Korkuya: Kadın ve Doğumun Tarihi

Blogcu Anne‘nin notu: Aşağıdaki yazıyı HypnoBirthing: The Mongan Method adlı kitaptan çevirerek derledim:

Milattan önce 3000'li yıllarda kadınlar bebeklerini herhangi bir komplikasyon olmadıkça doğal ve sıkıntısız bir şekilde doğururdu.

Dünyanın birçok yerinde hayat doğa ve annelik üzerine odaklanmıştı. İnsanlar Tabiat Ana'ya, Dünya Ana'ya, Yaratıcı Ana'ya saygı duymaktaydı. Kadınlara "hayat verici" gözüyle bakılmaktaydı.

Cinsel ilişki ve gebe kalma arasındaki bağ henüz kurulmadığından kadınların kendi istekleriyle gebe kalıp çocuk doğurduklarına inanılmaktaydı. Yaratıcı güçleri olduğundan kadınlar tanrısal konuma eş görülmekteydiler.

Büyüten, yetiştiren kişiler olan kadınlar aynı zamanda ilaç (derman) geliştiren ve uygulayan kişiler olarak "şifa bulan" rolünü üstlenirlerdi. Erkekler ise yiyecek bulmak ve ev yapmakla yükümlüydü. Kadın ve erkeklerin rolleri farklı ama eşitti.

Erkeklerin tıpta ön plana çıktıkları zamanlarda bile doğuma olan yaklaşım değişmedi. Hipokrat ve Aristo kadınların doğum sırasındaki ihtiyaç ve duygularının karşılanması gerektiğine inanıyorlardı. Her ikisi de doğum sırasında kadını desteklemek üzere birinin kadının yanında olması gerektiğini savunuyordu.

İsa'nın doğumundan önceki son yüzyılda Soranus isimli bir düşünür Aristo ve Hipokrat'ın yazılarını bir araya topladı. Bunu yaparken, kadının ihtiyaç ve hislerini dinlemenin önemine değindi, ve kolay bir doğum için zihnin gücünün kullanılması gerektiğini savundu.

Ancak milattan sonraki ikinci yüzyılda özellikle de ebelere ve doğumda önemli rol oynayan kadınlara karşı bir küçümseme politikası başladı. Bunu yanlış yola sapmış olan ilk Hıristiyanların şifa dağıtan her kadını adeta soykırıma tabi tutması izledi.

Sonuç olarak doğumun doğallığı kavramı derinlere gömüldü.

"Her kadının, kadın olduğu için utanç duyması gerektiği" görüşünün yayıldığı bu zamanlarda çıkarılan kanunlar kadınların gebelik ve doğum sırasında izole edilmelerini gerektiriyordu. Doktorların "hak ettiklerini bulan hastalıklı insanlara" hizmet verebilmeleri için yasal izin almaları gerekiyordu. Ancak kadınlar baştan çıkarıcı olarak görüldükleri ve gebe kalmaları da şehevi günahlarının sonucu olduğu için bu "hak ettiğini bulan hastalıklı insan" kategorisinde kabul edilmiyorlardı. Tıbbi deneyimi olan insanlar doğumlara girmekten men edilmişlerdi. Ebelik yasaklanmış, doğum yapan kadın yalnızlığına ve korkularına terk edilmişti.

16. yüzyılın başlarında Soranus'un yazıları tekrar gün ışığına çıktı. Tıbbi filozofların teorilerine ve öğretilerine yer veren, doğum bilimi üzerine ilk kitap yazıldı.

Ebelik tekrardan uygulanmaya başlansa da "doğurtmak denilen iğrenç şeyi halletmesi gereken kadınlara" reva bir iş olarak görüldü. Martin Luther bu zamanda "Kadınlar yorulsa ya da ölse de fark etmez. Bırakın doğururken ölsünler. O işe yarıyorlar zaten" diye yazdı, ve doğuran kadına yardım eden kadınlara "Acı anneleri" anlamına gelen "Weh mutters" yakıştırmasını yaptı.

Rönesans ve "öğrenmenin tekrar doğuşu" ile birlikte doğuran kadına biraz daha iyi gözle bakılmaya başlansa da doğum sırasında kadınlara acıyı rahatlatacak herhangi bir uygulamada bulunulmasının Tanrı'yı kadının yakarışlarından mahrum edeceği inanışı hâkimdi.

18. yüzyılın ortalarında doktorlar artık doğumlara girebilseler de çoğu bunu yapmaya isteksizdi. Erkek doktorların doğuma katılması uygunsuzdu. Dolayısıyla da doğum yaptırmaya kalkışan doktorlar ya tıbbi olarak yetersiz ya da alkolik kişilerdi.

1800'lerin sonuna doğru Kraliçe Victoria'nın doğum sırasında (o zamana kadar doğum yapan kadına verilmesi yasak olan) kloroform verilmesini istemesi kadınlara doğumda anestezi uygulanmasının önünü açmış oldu. Ancak bu bir başka felaketi beraberinde getirdi: Doğum evden hastaneye taşındı. Bunun sebebi doğumun evde gerçekleşmesi zor bir olay olması değil, anestezi uygulamasının olayı evde gerçekleştirmek için fazla riskli hale getirmesiydi. Böylece doğum sırasında anestezi alacak olan kadınlar hastaneye gitmek zorunda kaldı. Babalar artık doğumun bir parçası değildi ve aileler doğumlarının kontrollerini kaybetmişlerdi.

Hastaneye vardıklarında ise doğum yapan anneleri başka bir kader bekliyordu. Doğumhaneler dehşet verici şekilde kirliydi. Hastaneye güvende olmak ve gerekli tedaviyi görmek üzere giden kadınlar "loğusalık ateşi" denilen enfeksiyondan ölmeye başladılar.

1913'te Carnegie Trust tarafından yapılan bir araştırma birçok kadın ve bebeğin hastanede doğum sırasında ölmesine rağmen, köyde ya da dağ başında, kuzular, tavuklar ve diğer hayvanlarla paylaştıkları evlerinde doğum yapan kadınlar arasında ölüm ya da ciddi bir komplikasyon yaşanmadığını ortaya koydu. Hastanedeki ölümler doğumun tehlikesinden değil, hastanedeki hijyen koşullarının yetersizliğinden ya da diğer hastalardan bulaşan hastalıklar yüzünden oluyordu.

Doğum koşullarındaki değişimi başlatan ise yine bir kadındı: Florence Nightingale. Nightingale ebelik okullarını yeniden kurdu ve doğumhanelerin hijyen ve temizlik açısından hastanelerin diğer bölümleriyle aynı standartlara kavuşmasında ısrarcı oldu. Finansal kaynak bulma konusundaki yeteneğini kullanarak doğumların yetersiz, alkolik doktorlar tarafından yönlendirilmesine son vererek kadınlara tekrardan iyi davranılmasını sağladı.

Ancak iş işten geçmişti. Anestezinin gündeme girmesiyle birlikte artık sorun anestezi uygulanırkenki gözetimin yetersiz olması değil, anestezinin gereğinden fazla uygulanmasıydı. Doğumda ilaç ve anestezinin kullanılması standart haline gelmişti - gerekse de gerekmese de. Bebeklerin aletlerle çekilip çıkarıldığı doğumlar kural olmuştu. Doğum yapan kadının acısını hafifletecek ve onunla ilgilenen tıbbi personelin işine gelecek uygulamalar günümüzde de olduğu gibi düzenli uygulanır hale gelmişti.

Günümüzde kadın-doğum sektöründeki birçok insan -tıpkı kadınların kendileri gibi- acının, doğumun önlenemez bir parçası olduğuna inanmaktadır. Doğum yapmakta olan bir kadının yapabileceği tek ve en iyi şeyin aksilikleri engellemek için kendini eğitmekten çok, kendini bu tecrübeyi yaşamak üzere tıbbi personelin eline teslim etmesi olduğu düşünülmektedir.

Doğumu başlatmak ya da hızlandırmak adına devreye sokulan suni sancı gibi uygulamalar yeterince tıbbi kanıt olmayan durumlarda bile rutin olarak uygulanmaktadır. Bu gibi ilaçlar doğuma "acı" kavramını ekleyip, bu acıyla başa çıkmak için daha fazla ve farklı ilaca gereksinim duyurmakta ve işi yokuşa sürmektedir. Sonuç olarak birçok aile doğum tecrübelerinden "neyin ters gitmiş olabileceğine" dair çeşitli düşünceler ve hayal kırıklıklarıyla dönmektedir. Akılda kalanlar ise saatlerce süren acılı sancılar, uygulanması gereken çeşitli ilaçlar, açılmayan rahimler, operasyon gerektiren doğumlar ve en çok da acizlik hissi olmaktadır.

Neden kadınlar böyle tecrübeler yaşıyorlar? Doğurmak için mükemmel olarak programlanmış olan kadın vücudu nasıl oluyor da daha doğum başlamadan devre dışı kalabiliyor? Neden birçok kadının bebeğinin bundan kırk sene önce hayretler uyandıracak kadar nadir uygulanan bir operasyonla alınması gerekiyor?

Cevabı tek kelimede bulunabilir: korku.

Elif Doğan' a teşekkürlerimizle

Jale Özen


 

Jale Özen DDB

Doğumda Zamana Saygıya Dair


Doğumun zamanını beklemek ve doğumda da zamana saygı duymak... Süreci yaşamak ve hissetmek

İşte gene harika bir doğum.

Dr.Ahmet Akkoca' dan dinliyoruz:

42+1 haftada aramıza gelen Sofi bebek doğumda zaman...

Devamını oku...

BEBEĞİM

Sütlaç Annesini TV de İzledi

Sütlaç Annesini TV de İzledi


Anne Olunca Anladım programı Kanal1  in konuğuyduk Dr. Hakan Çoker ile. Sevgili Hülya Yıldırım, bilinçli bir anne olarak kendini bu konulara adamış. Devamını oku...

More:

DOĞAL YAŞAM

Bebekli Piknik, Dere Çiftliği' nde Melekler

Bebekli Piknik, Dere Çiftliği' nde Melekler


Az kişiydik, öz kişiydik, Dere Çiftliğindeydik, bebeklerleydik, biraz üşüdük, fazlaca da terledik, gezdik, dereye düştük, bol bol yedik, içtik, uyuduk, uzandık, sohbet ettik, çilek topladık yedik, bal...

Devamını oku...
More:

JALE ÖZEN KİMDİR?

Kişisel Bilgiler:
Doğum: 1968-Kayseri
Uyruk: T.C.
Eğitim: 1993-1990 Marmara Üni. Güzel Sanatlar Fak. Tekstil Anasanat dalı-Giyim Bölümü
1989-1985 Ege Üni.Tekstil Müh. Fak. Tekstil Teknolojisi
1985-1982 İzmir Karataş Lisesi –Matematik Bölümü

CEP:0 537 327 00 06

Jaleozen68@gmail.com

Devamı...